Birsen Tezer’i Ortaçgil yorumları sayesinde tanıdım. 2 kez Ortaçgil’in konserlerinde canlı dinleme fırsatı da yakaladım. Ses rengi, tınısı büyüleyiciydi. Ancak ara ara sesinin ne kadar güçlü olduğunu göstermek istercesine yaptığı doğaçlamaları pek de sevmemiştim, gereğinden fazla zorluyordu sesini. Bu yüzden de varlığından haberdar olduğum albümünü merak etmedim, YouTube’dan birkaç şarkısını dinlemiştim sanırım ama aklımda yer etmemiş.
Dün gece bir kitapçıda dolaşırken “Birsen, bir bilsen” diye başlayan bir şarkı çalındı kulağıma. Sese aşinaydım, bir süre sonra tanıdım, Birsen Tezer’di. Yeni albümü İkinci Cihan’ın çıktığını duymuştum ama yukarda sıraladığım ön yargılar bu albüm için de merak uyandırmamıştı bende. Kitapçıda dinlediğim şarkı sakin, usul usul söylenmişti. Pek de düşünmeden aldım albümü. Meğer şarkının sözleri Ortaçgil’e aitmiş, müziği de Gürol Ağırbaş’a. Ne güzel bir karışım…
Gece eve girdiğimde saat 10′a geliyordu. Şu an Pazar sabahı 11′i biraz geçmekte ve İkinci Cihan’ı dördüncü kez dinliyorum. Dönüp dolaşıp dinleyeceğim albümlerden biri olacak gibi. Konserlerde edindiğim izlenimin aksine tüm şarkılarını sakin, usul usul söylemiş Birsen Tezer, bayıldım.
Birsen Tezer’in şarkı yazdığını bilmiyordum. Bir insanın bu kadar sağlam bir sesi olunca şarkı da yazamazmış gibi geliyor nedense. Albümdeki 9 şarkının 5′inin söz ve müziği kendisine ait. Vokallerin dinginliğinin yanında beni şaşırtan ikinci şey de bu oldu. Sözleri ince ince işlenmiş, başarılı şarkılar her biri. Ancak albümdeki favorim (şimdilik) “Ne Tuhaf” isimli İlhan Şeşen şarkısı. İlhan Şeşen’in pek popüler olmayan ama tadından yenmeyen şarkılarının havası var Ne Tuhaf’ta. (Bunları yazdıktan sonra şarkıyı biraz araştırdım, meğerse Birsen Tezer Ne Tuhaf’ı 1995 yılında çekilen Aşk Üzerine Söylenmemiş Her Şey filmi için yorumlamış zamanında.)
Bir sonraki Birsen Tezer konserine bilet almak kaçınılmaz oldu tabii. İkinci Cihan’ı iyice hatmettikten sonra da ilk albümü edinmeli.
Bazıları arkalarında diğerlerinden daha çok güzel an ve daha çok insan bırakıyorlar. Son birkaç gündür TV’de izlediklerime ve gazetelerde okuduklarıma bakılırsa Mehmet Ali Birand da bu insanlardanmış. Hayatını çalışmaya, üretmeye ve paylaşmaya adamış, zorlukların üstesinden bu yöntemlerle gelmiş, ayakta kalabilmiş bir insan portresi günlerdir çizilen.
Sempatik bulduğum ekran yüzlerindendi Mehmet Ali Birand ama hakkında bu kadar detaylı bilgi sahibi değildim ölümüne kadar. Neden yaşadığımızı, zamanın kıymetini bilmeyi ve hayatı dolu dolu yaşamanın önemini düşündürdü ölümü ve hakkında öğrendiklerim.
Sağlığımız ve zamanımız varken hayattan alabileceğimizi almamız lazım. Üretmenin ve ürettiğinin beğeni görmesinin verdiği hazzı hiçbir şey vermiyor sanırım.
Uzun zamandır playlist etiketiyle bir şarkı eklememişim bloga. 2012 boyunca en sık dinlediğim şarkıcılardan biri Özdemir Erdoğan’dı. ”Besteler – Güfteler 1974 – 1984″ isimli albümünü herkese tavsiye ederim, benim başucu albümlerimden biri oldu, en sevdiğim şarkısı da albümü kapatan Sendeki Ben. Sözleri Fikret Şenes, müziğiyse üstadın kendisine ait. Pek bilinen bir şarkı da değil anladığım kadarıyla, biraz da az bilinirliği bu kadar sevmeme sebep sanırım.
Bu yazıyı yazıp yazmama arasında 1 aydır gidip geliyordum. Sonunda başkaları da Makbuş’u benim kelimelerim kadar da olsa bilsin istedim.
—————————————————————————————————————————-
Yaşağımız hayatın kaçınılmaz sonu ölüm. Gün gelecek bizim de kapımızı çalacak, sevdiklerimizin de. Değer verdiklerimiz bir bir eksildikçe canımız yanacak, biraz daha yalnızlaşacağız. Sıra kabullenmeye geldiğinde ise zorlanacağız, hele ki kaybettiğimiz en yakınımızdakilerden biriyse iyice zorlaşacak o soğuk duyguyu sindirmek.
Dedem öldüğümde 8 yaşındaydım. Üzülmüştüm. Her gün gördüğüm, hayatı paylaştığım birisi aniden çıkıp gitmişti hayatımdan, hiç beklenmeyen bir anda. Zaman her şeyin ilacı tabii, çocuktum zaten. Yara çabuk kapanmıştı.
29′uma yaklaşıyorum şimdi. Bundan 40 gün kadar önce nüfus kağıdında Makbule Can yazan, ama bizim için Makbule’den çok Makbuş olan babaanemi kaybettik. Yara hala sıcak sayılır ama bu defa o kadar kolay kapanmayacak gibi.Yaşanmışlık ne kadar çoksa yara da o kadar büyük oluyor zira.
20 sene önce yitirdiğinde bir süre hayata küstüğü, yıllar sonra dahi hatırladıkça gözlerinden süzülen yaşlara hakim olamadığı Ömer’inin yanında şimdi. Aynı toprağın altındalar. Ömer’in kemikleri Makbuş’un ayak uclarına koyuldu ve hayatımızda bir devir kapandı.
O kadar çok an var ki gözümün önüne gelen, düşündükçe hafiften gülümsediğim, bir yandan da canımı yakan. Çocukluğumuzun geçtiği, kendi evim kadar benimsediğim, dedem öldükten sonra çoğu gece çok sevdiğim o divanda uyuduğum ev, haliyle kapanacak bir süre sonra. Yeni sakinleri, başka bir hayat yaşayacaklar orada. Bayram sabahları heyecanla yaptığımız kahvaltılar, Ramazan’larda tüm aileyi biraraya getiren iftarlar, her saat başı o sayı kadar ve her buçuklu saatte de birer kez çalan saatin sesi ve daha bir sürü şey kişisel tarihlerimizdeki yerlerini alacaklar. Anılar ve kopuk kopuk kareler kalacak zihnimizde bir süre sonra. Her insanın ortak noktası olan geçmişi özleme duygusunu hissedeceğiz zaman zaman ve bu, bizleri de bekleyen kaçınılmaz sonumuza varana dek böyle devam edecek.
Hayatımda görüp görebileceğim en sakin, kendi halinde insanlardan biriydi babaannem. Kötü olan hiçbir şeyin üzerinde durmayacağı türde insanlardandı. Yaşlandıkça yüzü daha da yumuşamış, pamuklaşmıştı. Ölüm eninde sonunda kapısını çalacaktı elbet, ancak bir gün öleceğini nedense hiç düşünmemiştim. Hep hayatımda varolacak gibi geliyordu. Bizde, amcamlarda ya da halalarımda bir köşede oturacak, yanına gidip elini tuttuğumda “Acık laf ver” diyecekti. Öyle olmadı elbette…
85 sene yaşadı Makbuş. Acımı biraz olsun hafifleten ailesiyle, yalnız kalmadan, yanında hep birileri olarak ömrünü geçirmiş olması. Yalnız kalmayı sevmezdi zaten. Kendisi çok konuşmasa da çevresi kalabalık olsun, insanlar konuşsun, gülsün isterdi. Mutluluk onun için bu kadar basitti. Keşke bizler de hayatı bu kadar basit algılayabilsek ve bu kadar kolay mutlu olabilsek. Yetinmeyi bilsek.
Güle güle güzeller güzelim. İyi ki vardın hayatımda. İyi ki klasik bir sıfattan çok sevgiyle Makbuş diye seslenebildiğim bir babanneye sahip olma şansını verdin bana. Cennet diye bir yer varsa, sen oradasın ve yine yalnız değilsin biliyorum. Rahat uyu…